the truth is out there!

19 Ocak 2011 Çarşamba

bir eskimonun defterinden.

bulutlar yere uzanıyordu, gökyüzüne dokunmaya çalışan bir çocuğu mutlu edebilmek için. cebinde güneş parçalarıyla bir kız geciyordu, ucu denize karışan yoldan. bir koyun, sürüsüne gec kalmıs koşuşturuyordu bilinçsizce.  Muhtemelen çobana söyleyebileceği yalanları düşünüyordu. uzun süredir aradığı şeyi bulmuş gibi sevinen kadın. ellerini gögüsüne koymuş ağlıyordu mutluluktan. rüzgardan ucusan sacları ağzına karısıyordu. bir uçurtma gökyuzunde sahibini arıyordu. dağlar kendine küsen tavşanın adını hatırlamaya çalışıyordu, etekleri tutuşmucasına. görebildiğim herşey mutluydu.
düşünmek için zaman var dedi adam ama hatırlamak, unutmak kadar zor.

arabasının bagajına attı butun bildiklerini ve ufukta kaybolana kadar sürdü arabasını. yokolmak için gaza yüklendi sadece. gitmek istediği yere hiç yaklaşamadığını farketti. yaşadığı hayat gibi, yolunda da bi sonu yoktu.

yol kenarında, elleri cebine sıkışmış bir çocuk, otostop çekmeye çalışıyordu. Ayağını gazdan kaldırdı adam, bacağı uyuştuğu için. çocukta arabaya bindi, adam durduğu için. yanlışklıkla başlayan ilişkileri severim dedi adam.

araba uzun bir süre hareket etmedi. içindekilerin ne düşündüğü umrunda değildi. artık daha sakindi nefes alıp rüzgardan özür dilemeliydi.

gün bitmedi, gece olmadı ve kimse bir daha uyuyamadı.

6 Ocak 2011 Perşembe

11

uyanır uyanmaz karsımdaydı. tıpkı hersabah oldugu gibi. sevgilim yine benden once uyanmış, günü yarılamış ve bana tur bindiyordu. cok kibar oldugu icin gunaydın demeyi de hıc ıhmal etmezdi. soyleyecek cok fazla sey yoktu kafamda. bir bardak su, sonra tuvalet ve sonra evden cıkılmalıydı. yapmam gerekenler lıstesı bununla ve buna benzer yuzlerce maddeyle dolu olurdu genelde. bunu kedım dahil hıckımse yadırgamazdı. gunun, gunesli olup olmaması hergün değişen yorucu ve gereksiz ayrıntılarladan ibaretti. . tek ıhtıyacım sessiz bi sevgili ve koyu bı kahveydi. en azından bunlardan bırıne cok yakındım. dısarı cıkıp, sokaklar arasındakı kıvrımları kullanıp, istedıgım yere cıkabılecek zekam vardı. bunu yapmak ıcın vaktımde. o yuzden yapmalıydım. anlamsız gibi gelen hersey benı hersabah bıraz daha heyecanlandırmaya baslamıstı. hersey daha kusursuz akıyordu. bu sabah ta boyle ıste dedım. yuzumde garip bır mutluluk vardı. hesaplayabıldıgım kadarıyla yaklasık 37 kasıma soz gecıremıyodum o sırada. yuzlercesıne sahıp oldugum dusunulurse, bu bir sorun bıle degıldı. zaten uzun süredir sorun diye bahsettiğim hersey, legoların son tamamlanmasını bekleyen parcaları kadar komik görünüyrdu.

kalem kullanmayalı cok oldu. tedirginliğim sadece gerikafalı olmamdan kaynaklanıyordu.
sürgülü pencereyi bir halterci edasıyla kaldırdıgımda herseyi gözümde cok fazla buyuttugumu yuzuncu kez tekrar gormus oldum. komık gıbı gorunen kapı kolları, bazen gercekten içine girmek istediğin odaların hemen dısındaydı. serseri zekamla ben, herseyi neye gore değerlendırmemız gerektıgını tekrar tekrar düşündük.
ilk aklıma gelen, kapalı bir eczane gordugumde o dukkana ve sahıbıne hak vermem gerektiğiydi. her sinirlendiğimde bi yerleri yerle bir edeceksem. bu ben dahıl kimseyi ilgilendirmese cok daha guzel olurdu

o gece herzamankınden daha fazla cişim vardı ve ben buldugum en buyuk caminin duvarına işemeye hazırdım, hatta caminin güvenliklerini idrarımla bogabilirdim. garip bir ayaklanmanın en sarhoş elebaşı olmak, hayatıma şehriye çorbasından daha koyu bir anlam katabilirdim. hayat o zamanlar oyle geciyordu.

ben duydugun ucuz ve fakir ses kayıtlarının, kafanda yaratttıgın, milyon dolarlık anlaşmalarıydım.

herkes yalnız ölürdü ya hani. musalla taşında, ay tutulmasını izlerken, benım de aklımdan gecen tek sey buydu aslında.