the truth is out there!

29 Aralık 2010 Çarşamba

son of a beat!


http://soundcloud.com/zoundgoods/sound-of-a-beat

this sound is killing me!

C.R.A.Z.Y



i wanna do shotgun with you.

adventures of bud ep1


benim adım bud.
budala da derler.
belki de sadece gözlerim iyi görmediği içindir bu isim.
25 yaşındayım kumral kıvırcık saçlarım ve kocaman siyah gözlerim var.
beni tanımayanlar sürekli uzaklara bakıp daldığımı düşünür. ama ben sadece uzaktaki birinin bana el salladığından emin olmaya çalısıyorumdur muhtemelen. şimdiye kadar hiçkimse uzaktan el sallamadı sanırım.
parklarda bira içmeyi severim, kirli sakallarım buna müsait eminim. babamı hiç tanımadım, annemin de tanıdığını sanmıyorum. bir kardeşim var, o kadar küçük ki çoğu zaman görmekte zorlanıyorum.

şu ana kadar 4 kere trafik kazası geçirdim. ikisinde yerde kıvranırken, şoförden dayak yedim. el yapımı süs eşyası satıyorum bazen. zabıtaların koşmadan yakalayabildiği tek seyyar satıcı benım.. butun mallarımı mınıbuslerının arkasına attıktan sonra bana çay ısmarlayıp yanımdan giderler.
her sabah uyandıgımda çorabımın tekini ararım çünkü diğeri hep ayagımdadır.
güneşin doğuşuyla batışını karıştırdığım günlerden kalma bir günlüğüm var ....
bu gece olmasa da sonra tekrar görmek isterim sizi anlatacak cok seyim var.

28 Aralık 2010 Salı

An-other

Gidip de kapısını çalsaydım eğer, kapı deliğinden bakar, sonra da defolmamı söylerdi heralde. elimde kalırdı çilek kutusu, bir de benim vazgecmişliğim. Bir fast food'cunun tuvaletinde hamilelik testi yaparken bekleyebilirdim onu en azından.
her bar yalnız insanları sever, her müzik çığlık atar, eğer vazgeçmişsen.

rahat bırakılmadığını düşündüğün her an dalga geçer seninle. ağzı kulaklarında. gün gelir sadece kendine inanmak zorunda kalırsın. doğru söylediğinden değil, yalnız kaldığındandır muhtemelen.

karanlık yollar, farları çalışan arabaları sever. onları sırtında taşır... bulmak için yollara düştüğün şeyler hep bir adım arkandadır artık. o yüzden, bulamazsın hiçbir zaman.

vazgeçmek, hayata sıkı sıkı sarılmaya benzer. güneşli bir günde gördüğün rüyalar, annenin en değer verdiği perdenin hücrelerinden sızar her tarafa. paramparça ışıklar seni mutlu etmez artık.
dağınıklıklığın başına bela oldugunda anlarsın, ayakkabılarını neden hiç çıkarmadığını.

durmak başa beladır çoğu zaman. o yüzden istesen de duramazsın. her nefesin bir kez daha denemek ister sadece. o yüzden sürekli nefes alırsın. inatçı karakterin vücudunu ele geçirmiştir. bu yüzden her sabah uyanır, yorulur ve uyursun. ingilizce hocanın ağzından çıkan ''repeat after me'' hayatın kendisidir aslında.
ne kadar tekrar edersen o kadar sıkılırsın. üzülme diye birileri sana tecrübeli olduğunu söyler. tecrübe, ahmakları kandırmak için üretilmiştir. daha önce hiç yapmadığın bir şeyi yaparak mutlu olabilirsin sadece. kim bana yanıldığımı söyleyebilir?

gördüğün rüyalar uyurken sıkılmaman için üretilmiş oyuncaklardır. oyuncaklarından sıkıldığında kabus görürsün ve rüyalarını özlersin sadece.
kurallara karşı gelmek seni kötü yapmaz, sadece yeşil reçete sahibi yapar.

o yüzden gidipte kapısını çalacak değilim. uyurken giydiği pijamasının ne kadarda yumuşak olduğunu düşünüp huzur içinde uyuyabiliyorsa bununla yetinebilirim.

17 Aralık 2010 Cuma

back to the inside

size kendimden bahsediyim mi biraz?




79 yılında Ankara'da dogdugumda griymişim! Bunun sebebinin ben değil de Ankara olduğunu farketmem 25 yılımı aldı. Sonrasında da daha renkli oldugunu düsündüğüm istanbul'a geldim. Gözlerimi her kapattıgımda aklıma sadece sevdiğim filmlerden sahneler gelirdi, o yuzden sinema okudum. şimdiyse bu toy yaşıma ragmen yeşilcam ödüllerinde jürilik yapabilecek kadar ilerledim. Gri şehrimde dj'lik yaptıgım zamanlardan kalma vinyl kokuları mutfaktaki baharat kokularından baskın gelirdi hep, o yuzden surekli müzik dinlemem gerektiği yazılıdır aklımın penceresiz köşelerine. ikibin of yılından itibaren imaj film de film editorluğu yapıyorum. robot severim ama insiyatifi olanlardan. bir de boris vian var hayatımda... geri kalansa sıradan insanların gerçek hayatının tıpkısı..

dirty pretty



Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olmayacağız... Hepimiz heba oluyoruz... Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş... Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz... Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz... Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız... Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık.... Bizim savaşımız ruhani savaş... Ve bunalımımız kendi hayatlarımız...

chuck palahniuk

12 Aralık 2010 Pazar

antidepresan

naber evlat? ben biraz bozuğum galiba her şeye! iyice koptum salak sulak bir kafa hakim vücuduma... sessiz bir giyotin iyi bir antidepresan olurdu galiba!!! başka kurtarılacak bir yer var mı diye bakıyorum artık dünyaya. hayatı boyunca hiçbir şey kurtaramamış bir halde yaşıyorken bile! neden buradayım? gerçekten ihtiyacı var mı bana karıncaların? başka şekeri olan yok mu bu dönen topun garip yer şekilleri üzerinde? paylaşmaya çalıştığımız şeyde biraz daha sakin düşünemez miyiz? içindeki hırsın sahibi sen misin yoksa birileri her şeyin farkına varıp çoktan seni silmiş mi bu dünyadan. durmadan bir şeyler söylemek için ne bekliyorsun? neden sessizlik en iyi çözümmüş gibi geliyor? seni korkutan ne? asıl önemli olan bu belki de… kafayı yemiş olmak seni gerçekten acıtır mıydı yoksa umursamadan bir sigara daha mı yakardın bu garip hayatın üstüne? neye sinirliyim ve neden bu suçluluk duygusu?  ne zaman adam olacağım, hala vaktim var mı sence sistemin sahibinin dizine kapanıp af dilemem için? hayat mı acımasız ben mi saçmalıyorum bir şeyler yaparken!?... benimle misin veya birlikte miyiz hala! 

24 Ağustos 2010 Salı

C.B...

Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya yetecek kadar
ihanet, 
nefret, 
şiddet 
ve saçmalık vardır.
Ve cinayet konusunda en becerikliler
Cinayet karşıtı vaaz verenlerdir
Ve nefreti en iyi becerenler 
Sevmeyi vaaz edenlerdir
Ve son olarak 
Savaşı en iyi becerenler 
Barış vaazı verenlerdir
Tanrıyı vaaz edenlerin
Tanrıya ihtiyacı var
Barış vaaz edenlerin
Huzuru yok
Sevgiyi vaaz edenler sevgisizdir
Vaaz edenlerden sakının
Bilmişlerden sakının.
Durmadan kitap okuyanlardan sakının
Yoksulluktan nefret edenlerden
Ya da gurur duyanlardan sakının
Övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının
Karşılığında övgü beklerler
Sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının
Bilmedikleri şeylerden korkarlar
Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının;
Tek başlarına bir hiçtirler
Ortalama erkekten
Ortalama kadından
Sakının
Sevgilerinden sakının
Sevgileri vasattır,
Vasatı aranır dururlar
Ama nefretleri dahiyanedir
Nefretleri seni beni
Herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir.
Yalnızlığı istemezler
Yalnızlığı anlamazlar
Kendilerinden farklı her şeyi
Yok etmeye çalışırlar
Sanat yaratamadıklarından
Sanatı anlayamazlar
Yaratma başarısızlıklarını
Dünyanın beceriksizliğine yorarlar
Kendileri tam sevemedikleri için
Senin sevginin eksik olduğuna inanır
Ve senden nefret ederler
Ve nefretleri
Parlak bir elmas
Bir bıçak
Bir dağ
Bir kaplan
Bir baldıran otu gibi
Mükemmeldir
En Usta
Oldukları
Sanattır nefret!

C.Bukowski

18 Ağustos 2010 Çarşamba

dog and whisper





Soguk ve soluktu sesi. Kulaklıklarımı cıkarmak zorunda kaldım anlamak icin. 
Müzikten vazgectiğim her anda bir kez daha pişman oldum. Mutlu şeyler soylemıyor ınsanlar. Alışmış olduklarından yanlızlıklarına. 
Kabullenmek zorunda değildim bir kez daha . yine kendım sectim dogru olmayan yolu. Tabela yok, hayat yok bir sehır buldum. Alınmak istemedım, alınganlıklarım sogukla birlikte terketti beni. 
Gunes vardı ve cimenler ve bir kopek ‘’roll over’’ diye bagırıyodu sahıbi butun gun. Kopek sıkılmadan tekrarladı. Ben kopek olsaydım o nu yerdım. Beledıye basıma odul koyardı. Her kosede dili dısarda bir fotografım olurdu. Ama einstein kadar saygı duyulmazdım hicbir zaman. 

polly lora

Bir kız uyanır herkesten habersiz, hergece mutfakta sigara icer caresizce. Pencere dısarıdan uzak kalır. Pus kaplar hertarafı, yapıs yapıs olur sabahlar. Bir sonraki kahvaltı hep daha lezzetli olur. Mutlu olabilmen sana kalmıstır cogu zaman. Hırkanın kollarından sarkar depresyon, kafa bulur seninle. O yuzden kahve içersin hersabah.. Pacaların yerlerı temizler ve gurur duyar kendıyle.  Ufacık delikler bulursun kendine, parcalara bolunup içine sızabilmek için.
Uzun zaman gecer ustunden, tam da senin ustunden... bi daha asla gece olmaz, uyumak icin koyunları kandırman gerekır herseyden once. 

26 Temmuz 2010 Pazartesi

5 dk daha

Çarsafım kadar beyaz bi ten tarafından uyandırıldım. ne rüya gördüğüm umrunda değildi. uyanmak isteyip istemediğimde.
-kahve istermisin?
-neden?
-kahve içmeliyiz birlikte sabah oldu uyan
-sabah... yine mi? uyan... kahve?
-...
-yalnız uyanmak istiyorum.
-yalnız uyanmak istemiyorum.
-uyanırsam uyuyamam.
-bong sesi güzel bi çalar saat olabilir bu sabah.sert bi kahveden sonra.
-suyla sevişen oksijenler. fahişe ruhlu rahibeler.
-ve parmaksız eldivenler.
-uyurken güldürmemelisin. hile yapıyosun...
-hile yapabildiğim için aşıksın bana.
-sana aşık mıyım?
-değil misin?
-değil olmak istiyorum.
-uyandın farkında değilsin.
-uyanmıycam.
-5 dk daha.
-bi hile daha...
-mutfaga gidiyorum ve arkandan odanın kapısını kilitliycem uyanmak isteyene kadar cıkamıycaksın ordan.
-uyanmıycam. bi firavun kadar kararlıyım.
-o zaman indiana jones a selam soyle benden. seni ancak o bulabılır artık..
-keşke ve hadi.
-ve hadi ha?

...

merdivenlerde karsılastıgım 40 lı yaslarında dul komsumuz hep allah kahretmesin derdi. tamda merdivenlerin en zor kısmını atlatmaya calısırken. ‘’allah kahretmesin.’’ bende ‘’lütfen’’ derdim. lütfen ne cocugum die bagırdı bana bi sabah. dondurmamı tisortume dokme pahasına ‘’lütfen allah kahretmesin’’ dedim.
güldü onu guldurebilen tek insan bendim. bide eski kocası. delirmeseydi seni evlat edinirdik dedi ve ben sadece korktum. annemin yanakları ellerimde kaybolmus gibiydi. nefesi yoktu. etekleri hava akımından habersiz.
elektrik supurgesini çalıstırsam belki işe yarar dedi cahil cocuklugum yada tam dikiş makinasında bişeyler yapmak icin oturdugunda sandalyesini cekmeliydim. ve bunu yaptım. en mutsuz gunlerımden biriydi. atom karınca abimi daha cok sevdiğini soyledi kulagıma

uyanmak belki de iyi bi fikirdi. ya kapı gercekten kilitliyse. uyumalıydım. ya da uyanmamalıydım.
5 dk daha...
.

8 Temmuz 2010 Perşembe

bunların hepsini bir gunde izlemek istiyorum

1-Tesadüfi bir kronolojinin 71 parçası
2-8 1/2
3-Alice in th cities
4-Benny's video
5-Che
6-Dazed and confused
7-Dead man walking
8-Eraserhead
9-Fucking amal
10-Hair
11-Husband and wives
12-In the name of the father
13-King kong
14-Last Tango in paris
15-man on the moon
16-Raging bull
17-Snake eyes
18-spring summer fall winter again spring
19-Korkak Robert ford'un Jesse james suikasti.
20-Geçmişi olmayan adam
21-harry sally ile tanışınca...

2 Temmuz 2010 Cuma

get a life

blgisyarın gunyuzu gormeyen dosyaları arasında buldugum notepad dosyası. kımın yazdıgı hakkında hıcbır fıkrım yok sadece bana yazıldıgını anlayabılıyorum...

sevgili dostum mami
sen kafayi yemissin
evde kiz yok kiz giysileri var
kedi yok kedi mamasi var
bebek yok biberon var
hayal dunyasinda yasayan bi iskoliksin
get a life
hehe

misina


      Nehrin kenarinda duran şaşkın balik. yüzme bilmiyomuş gibi davranmak hep iyi hissettirdi seni. elimdeki ekmek parcalarim aşik etti seni bana. soru sormadin, cevaplarini unuttugunu bildigin icin.
helikopter sesleri sardi beynimi, senin yerinde olmayi diledim hep. bi aslan daha parcaladi terbiyecisini. vahşet, ucuna solucan baglanmiş misina kadar gercekti. akmayan bi nehirde yaşamanin kabusuydu gözlerini o hale getiren. atmosferle suyun arasinda bi guneş vardi. gülücüklerle doğup, aglamakli bitirdi hergunu. ellerin  şahit oldu sadece işlenmeyen her cinayete. ellerin yoktu... eger ölü bulunsaydin, bunu farkedemiycek kadar ruhsuz olurdun. yaninda duran bi salkim üzüme üzülürdün belki ve belki biraz da şarap. korktuğun yalnizliğin yakana yapişti.bundan kaçamazdin. yakana yapişan şeylerden kaçmayi oğretmedi hiçkimse sana.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Red light district!

              Kırmızı ışıkta bir kız var. bekliyor. yeşil ışıkta canavarlar geçiyor önünden. gece biraz daha sakin ol diyor kulagına. Silüetler parcalanıyor sokaklarda. Kirli bir ses tırmalıyor kulaklarını, biraz daha istermisin diyor. Butun dunya bunun için aglıyor. Kimse gormez seni, kimse yok aslında sokakta. Bosuna yanan sokak lambaları bir sigara daha yakıyor caddelerin uzerınde. Fotr sapkalı yaşlı kadın, bir kez daha geri donuyor posta kutusunu kontrol etmek için. Yine bosuna, yine yanlıs bir gece daha geciyor, bulutlara saklanan.
Bir kız bekliyor kırmızı ısıkta, içinden bir şarkı mırıldanıyor, ''kraliceler kırmızı ölüler yeşil''. Bir kapı daha kırılıyor yolun diğer tarafında. Kapsonu kafasını kapatamıycak kadar kücük. Kulakları korkudan ''nice to know u'' cumlesını duyuyor sadece. Cebinde son sigarası yakmaya kıyamadıgı. Bir adam var uzakta, elinde eski bir mikrofon. cızırtı yayıyor hertarafa.Neyseki hala kırmızı yanıyor bu tarafta. Ses gecmiyor, ölüm gecmiyor bu saatte.
             Gölgeler karısıyor kırmızı ısıgın altında kızın heryerine, canavarlar duruyor yeşil ısıkta.
önünden karıncalar geçiyor. Mazgallardan cıkan dumanlar karısıyor gecenın bosluguna. Kör bir adam yaklasıyor köpeğiyle. Bir sonraki durak nerde diye soruyor. Kırmızı ısıkların hemen ilerisinde diyor biri. Kırmızı ışık sonmuyor o gece...kopek o gece kendini tutuyor son defa. Uzaktan mutlu insan sesleri geliyor onlardan once.
Kimse farkına varmıyor karsıya gecemeyecegının. Krımızı ısık herkesten fazla beklıyor.  O gece herseyi üzerine alınıyor belki de.

1 Haziran 2010 Salı

oksijen seviyesi dusuyor!

gunlerden salı, renklerden yeşil. olümlerden ölüm beğen bir gun daha geciyor sessizce.
haziran oldu ya artık icim biraz daha rahat
bulutlardan yaptığım yastıgım ıslanıyor hergece. uzaklasıp yagmur olmak ıster gibiler.
terlediğimi zannedip dort duvar arasında uyanıyorum. sehpamda yarım bırakılmıs cay bardağı.
acık kalmış bilgisayar fanı, butun gece aynı seviyedeki umursamaz gurultusuyle uyandırıyor.
gordugum ruyalar koselerine saklanıyor. bilincaltım bir denizaltını daha batırıyor ve yine oksijen seviyesi
dusuyor.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

...

siyah noktalar var beynimde, bitti diye haykırıyor.
aklımı basıma toplayıp noktaları birleştirdiğimde siluetin cıkıyor ortaya.
birisi şaka yapmış gibi.

28 Mayıs 2010 Cuma

AMAKIMU

Evren benim göbek adım.
Göbeğimin içinde kocaman bi adım.
gagarin kadar ciddi, tick kadar sersem.
Utancımdan yerlerde sürünsemde, papatyalar acar kalbimde.
Her yaprağı karısır gokyuzune.
Farkettiğin teksey, sonsuz gorunen gokyuzunun koseye sıkışmış yalnızlığıdır.
Hiçbirşey kocaman değildir, bu yüzden herşey kaybolabilir .
Korktukların başına gelir.  Başına gelen herşey senin bir parcan olur.
Başı bozuk tavırların, tamirci çıragının maskarasıdır artık.
Bunun sebebi sensindir.
Sevgilinin de dediği gibi; senden daha önemli hiçbirşey yoktur.
Meydanlarda bagırman bosunadır o yuzden.
Dar ağacı denen şeyse, kasabanın marangozunun uydurduğu adam asmaca oyununun ciddiye alınmış hali.

Kendini öldürüp, intihar süsü vermeye calısan herkes, mutsuz ölmüştür. Katil bi kez daha bulunamamıştır.
Eğer elinde bir tane ceset varsa o katil değil, maktüldür.
Hiçbirsey yok olmaz. Ölür. Yıldızlar da buna dahildir.
Bazen emin oldugun seyleri baskalarına inandırmaya calısmak, butun derinde agır izler bırakır.
Asıl acıya o zaman saygı duyarsın.
Acı seni öldürmez... beter eder...
O yüzden acıdır ve 3 harftir.
İcine sıgmaz enerjini, bir zarfa doldurabilirsin artık.
Üzerinde ucak resmi olmayan her pul, bataklık bulamayan bir kurbaganın kurumus dilinde sonunu bekler.
Pervaneli ucaklarsa, köhne hangarlarda çürümeyi...

Kalbin deliktir artık, beynin de karıncalar ...

25 Mayıs 2010 Salı

null

Ayaklarım gökyüzüne kaydı,
burnum gökyüzüne inat, toprağı sevdi hep.
Aklım başka yerlerde...

Mommy, can I go out and kill tonight?

24 Mayıs 2010 Pazartesi

you were there with me!

bad lover...

Bu garipliğin içine saplanıp kalmış durumdayım. Önümde sen varsın, arkamda sen. Uzun zaman oldu...
Adımlarım asfaltlara yapış yapış.
Ulaşmak istediğim yere gidebilmem icin eriyen botlarımı her adımda değiştirmem gerekiyor.
Yol uzun, keyifsiz, depresif ve tali.
Kalbimde delikler ufak ufak çoğalıyor... Ölmemek için değil de yaşamamak için varım sanki.
Gözlerim boşlukları seciyor sadece, ellerim rüzgar dinliyor, bütün tüylerim ayakta seni bekliyor, göz kırpmadan, kımıldamadan yaşadıkları her günü derime kazımak için birbirlerine sıkı sıkıya bağlılar.
Hersey tam da karşımda oluyor... Hep karşımda.
Derin derin nefes alayım diyorum, aklım yerine gelir, belki ben de devam edebilirim hayatıma. Bir kaç uzun saniyeden sonra kafam önüme  düsüyor. Avuçlarım yerle bir...

30 Mart 2010 Salı

natural selection- u.n.k.l.e.

Güneş her küstüğünde dünyaya, bir ruh daha vazgecer özgür olmaktan.
seni boşluktan kurtaran sey müziktir o yüzden
Einstein'ın izafiyet teorisine inat, ışık hızını  gözlerin kapalıyken bile gecebilirsin.
evet e=mc² 'de ki ''m'' müzikitr. ve unkle'ın ta kendisidir.
içinde ışık barındırmaz, koyu gölgeler sever.

Unkle, butun bilim adamlarına nazire yaparmışcasına gecer turntable'ının başına herzaman.
Kendilerinden sıkıldıklarında, Thom Yorke' un ziline basıp kacarlar.
''Rabbit in your headlights'' dinlerken, tırnaklarını yemenin asıl nedeni budur.
Richard Ashcroft mahallenin yalnız ve  bıçkın delikanlısıdır.
''God knows you are lonely souls'' diye bağırır. Yürüdüğün sokaktaki herkese çarpma isteğin
o ruh halinden gelir.
Hızını alamayıp kendini duvarlara vurmak istemen insanların vucudunun zannettiğin kadar tatmin edici olmadığının açık bir göstergesidir.
Ian brown sokağın depresif halidir ve hep ordadır. ''Be there''i söylerken kasetin bantları heryerine dolanır.
Sense yeni bir belaya gülümseyerek merhaba diyebilirsin en fazla.
I love ''him'' diye bahsettiği güneş gözlüklerini unkle studyoya girdiği zaman çıkarır sadece.
Bu kadar egosu yüksek insanları dize getirebilen tek seyse Unkle'ın yaptığı muziktir.
Müzik evrensel değil evrenden ötedir.

Elinde bir sigarayla bütün dünya ayaklarının altındadır.

İlk Unkle dinlediğim de otostop zoruyla tatile çıkarılmıştım.
Altımda altı tekerlekli bir jeep ve kulaklıklarım vardı.
kulağımda Unkle'dan Bloodstain.
Konuşmayı sevmeyen her şoför melek sayılırdı o zamanlar.
Yollarsa seni istediğin yere götürmek zorunda olan zavallı kıvrımlar.

Unkle yeni albümünden ilk yaşam sinyallerini çoktan yaydı dünyaya.
Kendi sitelerinde ''Natural selection'' adında singlelarını bütün fanilerle paylaşma nezaketini gösterdiler
ve ihya olmanın ne demek olduğunu birkez daha hatırlattılar.
Biraz daha insan olabilmenin bir sakıncası olmayacaksa eğer sizede tavsiye ederim.
Hınzır notalar iş başında.
Bu sefer biraz daha mutlular.
Mahalleye yeni bir kız taşınmış olabilir.
Bekleyelım görelım.

Şarkılarından biri
You are unreal
how do you feel ?
diye biter ve ben de oyle bitirmek istiyorum.
And you still feel unreal...

Annihilating

Beni ayakta tutan tekşey. yaralandığımda, yaralarımın normal zamanda iyileşebilmesi.
 hala yaşayabildiğimi gösterir ve bu bile iyi bir neden.

19 Mart 2010 Cuma

novacain for the soul

 life is good
and I feel great
'cause mother says I was
a great mistake ..


Feeling scared today
Write down "I am ok"
A hundred times the doctors say

I am ok
I am ok
I’m not ok


eels

When you are down by zoundgood

18 Mart 2010 Perşembe

rockethead


Yeryüzün de siyaset diye bir şey var. Hatırlarım ara sıra. Din var, insanların renkleri var.
Bu kadar ayrılmışken herşey, en ufak farklılıkları yüzünden. Herseyden nasıl mutlu olabilirsin onu bilemem.
Kendin olamadıysan başka birşey olmayı da haketmiyorsundur.
Hayat bu ince çizgide geçer. Farketmen yıllar almasın diye soylüyorum.
Boş gözlerle baktığın her nesne, karanlık ve yalnız bir gecede intikamını alır .
Prensesler en az tanrı kadar gerçektir. Bu yüzden ellerin boş dönersin bütün hayallerinden...
Sigara içmekten darmadağan olmuş bir ses tonu seni hep cezbeder.
Bunun tek nedeni ise, sigara içerken hiçbirşeye inanmadığını hatırladığın içindir.
Aciz insanlar her sabah bir avlu da toplanır. Güneşi göremiyecek kadar aciz bir halde, akşam olmasını beklerler.
Dua ederler bir sonraki gün için. hayat boom olur.
Bir roket daha içindeki enerjiye yenilip fırlar gökyüzüne.
İlk akla gelenin doğru olamayacağını hatırlayan tek kişi olarak, roketlerin yanlış yönlendirildiğini söyleyebilirim.
Tekerlekli sandalyeye mahkum bir kadın yukarı değil ileri gitmek ister.
Merdivenler şirin kabuslarımızdır artık.

15 Mart 2010 Pazartesi

yaptığımı yap!

koru beni yalnızlıgından. arkana bile bakma giderken.
elektrikli bir salıncakta sallan denize karsı. huzuru bul, onu kaybetme.
günboyu sıcak tut ellerini, sevgiline ayır en sevdiğin koltugunu.
kerpeten olsun çantanda, en sevmediğin dişini onunla çek ılık bir aksamustu.
tanıdığın en yaşlı insanı ziyaret et .İlk haftasonunda .
ona ölümden bahset. mutlu görün. sonra da en sevdiğin radyo istasyonunu aç.
bunların önemli olmadıgını söyle.

mutlu olmak için çok çalış.
intikam almak için mutlu ol. en iyi intikamın bu oldugunu unutma.
her kapalı kapı gordugunde kapıyı çal. cevap gelmesini beklemeden aç kapıyı.

en az 2 kere intihar etmeye çalışmış insanlarla tanış. neden yaptıgını sor.
cevap mantıksız gelecektir.
o yuzden intihar etmeyi sakın aklından bile geçirme.

en sevdiğin yazarın butun kitaplarını oku. sonra onu rehin al.
bir helikopter iste senınle uzlaşmaya çalışan ilk insandan.
çatıya ve hemen kelimesini kullanmayı unutma.
helikopter yoksa sende yoksun de telefonu yuzune kapatırken.
ha bide bir kameraman tabi.
helikopter geldiğinde pilotu öldür, yazarını alnından öp ve ilham perisinin peşinde bela getirdiğini söyle.
levyeyi butun gucunle yukarı cek. Muhtemelen 10 saniye sonra yere cakılacak olan helikopterden
aşagı bırak kendini. şanslıysan ölmeyeceksin, eğer ölürsen de kimse intihar oldugunu soyleyemeyecek.

topluma ayak uydur ve tüm gücünle ayaklan.
en iyi suikast silahının insan oldugunu unutma.

mutlu ol.
bunun dısında soylediğim herseyı unut.


Fotograf ve manipulasyon: muammer kocak

12 Mart 2010 Cuma

akıl tutulması


müzik dinlerken en fazla neyi hissediyor olabilirsin, diye başlardı eğer bi kitap yazabilseydi.

kitap yazamaması bunu dert edebileceği anlamına gelemezdi. ezik dünyası bütün buğday tanelerini cebinden çıkarabilecek kadar emindi hayatından. melodiler ceplerinde bir yaz yağmuru kadar serindi.  küçük bir kız duyduklarını ailenin en kabadayısına anlatabilmek için sabırsızca kıvrandı hep.

ilk defa duyduğu seslerin müzik değil de umutsuz bir yutkunma sesi oldugunu fark ettiğinde 16 yaşındaydı. elinde sigarası karışmıstı siyah ojelerine.
erkek arkadaşı penceresinden bakmasını bekledi umutsuz ve saatlerce. bu saatte ev hayatı salonda gecerdi. teenage yaşının farkına varmayan her genc kabuslarıyla yüzleşmek zorundaydı o vakitler. tül perde aralanmadı. ışık mumlara inat göstermedi gül yüzünü. herkes yalnızlığıyla kendi başına boğustu. sokak köpekleri
ufacık bir tebessüm için milyonlarca kez kuyruk salladı o gece. ay, her zamanki gibi umarsızca kulaklıklarından çıkan cızırtıya verdi kendini.
bi internet sitesinde yazı yazmak bütün hayatı ele geçiremezdi . o yüzden, ergen çocuklar erkenden uyudular. ellerinde kırmızı kurdelalar, sabah erken uyanmaları gerektiğini
hatırlattı ebeveynlere.

hayat beyazdı ve sen siyah...

neye dair direnebilirdim. tüm dirençlerim çoktan kırılmıstı. öğüt vercek aklım çoktan tutulmuştu. gezegenin en geveze adamı susmayı tercih etmişti bu sefer ve bu depresyon halin, bütün inançları dünyanın en zeki teröristi tarafından bubi tuzağına bulanan bir insan kadar çaresizdi. zeki insanlara saygı duymanı sağlayan tek şey vahşi bir teröristten ibaretti.

vazgeçemedin. vazgeçseydin en iyi dostum olamazdın.

sanat vardı altı delik bir sepetin içinde, her seferinde şaşırmak senin sorunundu. yazmasaydım eğer bir dönmedolapta bileklerimi keserdim kimseden habersiz.
kürk mantolu madonnayı çıplak göremezdin.

biraz mutluluk enjekte etmeye calışırken uyandım bir sedyede. ilk aklıma gelen şey altıma serilen hastane yeşili çarşafın temiz olup olmadığıydı.
ölmek üzere olan bir veletin lolipop'u yapıştı her tarafıma. bu sefer ölmedim. bu sefer de ölmedim. ne de olsa bende hala körpecik bir velettim.

elimden kelimeler tuttu. bir otobanın hemen dibinde duran çaresiz bir otostopçuydum.
kim nereye gider? neden gider?
her yüzleşmek zorunda kaldığımda bir kez daha hissettim tüm gereksiz anılarımı. hayat geçmek bilmedi üstümden. elimi tutmak kimsenin aklına gelmedi.

hep gündüzdü hayat, gece olamadı. fark etmek aptalların işiydi. kimse fark etmedi aptal olduğunu.
avazın çıkmadı, avazın çıkana kadar bağıramadın. hep içinde kalan ufak şarapnel parçalarıydı yaşadıkların. görmezden gelebilirsen başarabilirdin.

geçmişine takılmak yapabileceğin hatalara gıcır gıcır yenisini eklemekten başka bişey değildi.
yeteneklerin rüzgarlı bir havada gözüne kaçan kum tanecikleri kadar kararlıydı. gözünü ovuşturmak iyi bir fikir değildi. kendine pay çıkarabilmen için bütün dünya seferber olmuştu.

o yüzden kolay oldu her şey... ben gökyüzünden düşen bir yağmur tanesiydim. nereye düşecegim seni ilgilendirmezdi.
toprak en sevdiğim yemekti.
müzikle yıkadım yüzümü bu sabah, kulaklarıma nota kaçtı.
beklemeyi akıl edebilseydin, görebilirdin bütün yalnızlığımı.

5 Mart 2010 Cuma

Bloodstain...

İşler yoluna girdi. Arabamdan cıkan motor sesinden bunu anlayabiliyorum. Tek sorun, arkamda olmadığını varsayan sessizlikte peşimden gelen polis arabası. Tedirginim. Dikiz aynamı söküp pencereden fırlatmak isityorum ama hiç sırası değil. Torpidomdaki silahtan çok, hemen yanındaki sakıza ihtiyacım var.  Bir ceset kadar sakin olmalıyım. Kanım akmamalı. En önemlisi sorularını cevaplayabilmeliyim ama arka koltuktaki kanlar içinde cansız bir bedeni nasıl acıklayabilirim. Sağa sinyal verip, viyadükten aşağıya uçmalıyım belki de sakince. Karımı unutmuş olsam benzin istasyonunda ve el freniyle geri dönsem dikkat çeker miyim?
Otostop çeken birileri için neler vermezdim.
Birinin kabusu olmalı yaşadıklarım.
Müziğin sesini açmalıyım.

Maybe I can help you?

How should you feel
When you've felt everything you can feel
And you still feel unreal?

How should you feel
When you've felt everything you can feel
And you still feel unreal?
You're unreal
How do you feel? 

God knows you're lonely souls

Bu gece yalnız ölüyorum, herşeyden uzakta ve bunu kimsenin bozmasına izin vermiycek kadar kararlı.
Arka koltuktaki cesetle yer değiştiriyorum herşeyi göze alarak. Birlikte daha fazla ceset olabilmek için.

Daha donuk gözler, daha koyu kırmızı bir gelecek.
Ellerimi direksiyondan çektiğimden beri ters giden hiçbişey olmadı. Sarı şeritlere fren izleri karışmadı.
Sadece paranoya bir insanı daha öldürmeye karar verdi
Hepsi bu.

3 Mart 2010 Çarşamba

whatever works

         Sokakta birşeyler oluyor, bense sadece bu soğukta elimdeki sigara sönmesin diye anlamsız nefes nefeseyim.

         Herşeyden uzakta boşlukta asılı duran bir ev var, görüyorum, sol gözümdeki bütün acıya inat görebiliyorum.içinde odunla ısınmaya çalışan bir klübede küçük bir kız, ailesine inat, boşlukta sallanan salıncağında, karşısında içinde balıkçılarla dolu bir deniz hayal ediyor. Balıkçıların berelerini görebiliyorum. Saçlarını hep zor bir gün geçirecekmiş gibi sıkı sıkı örüyor annesi hersabah, ürkek ve korkmuş gözlerle. Kimse elinden tutmuyor yalnızlığının. Onunsa ellerinde tutabildiği bir ip var sadece. Eğer burda olsaydın O'nu kaçırabilirdik. Kaçırıp ailesine hibe edebilirdik. 

         Bu sefer düz bir yol var karşımda, içinde çilek ağaçları... Biraz da votkayla kusursuz bir yol olabilirdi. Olamıyor... Olamıyorsa eğer dogru yolda oldugumu hatırlıyorum. gokten kemik yağmıyor ve bende zaten kendimi şanslı hissetmiyorum. 

         Bir kurbağa ingiliz aksanıyla ''vrak''lıyor. Themes nehrinden ne kadar uzak olduğumuzu sormaya çalıştığını varsayıp, ben de kendi aksanımla ''çook'' diyorum. Umutsuzluktan olsa gerek sadece bir kez daha zıplayabiliyor. Gülmemek için elimdeki elmayı ısırıyorum ya da O'nun öyle hissedebilmesi için bir numara daha diyelim. Uzaklaşırken kurbağalarla iyi anlaşabildiğimi farkediyorum. Bu karanlıkta hiçbir şey komik gelmiyor ama. 

Dünyanın en ağlak adamı şarkı söylüyor yine..

Complement the atmosphere, fill the ground with all our tears...

Güneş bu kez de üzerime doğuyor.

İnsanlar kendini haklı çıkarabilsinler diye köprüler inşa ediliyor.
Altından sular akabilmesi için

Din icat ediliyor.
Herşeyden habersiz bir çocuk 
ailesinden görmediği ilgiyi,
sokaktaki başka bir veledin tokatından görüyor.

Hükümetse tanrıdan daha yüksek bir yerden 
seni kontrol ediyor.

Frued, telefonlarına cevap vermiyor.
Nietzche, Salome'un peşinde. 
Einstenin'in kafası karısık.
Hepburn, yatak odasındaki aynanın karsısında mutsuz.
Hayyam, Mevlana'yla aylak aylak tavla oynuyor.
Bir tek Atatürk var.
O'da artık sadece filmlere konu oluyor.

Sokakta bir şeyler oluyor ve sen herşeyin yanından geçiyorsun sadece...




 

28 Şubat 2010 Pazar

upside!

Tedirginliğim yeryüzüne düşen ilk gözyaşından beri var!

Tıkırtılar geliyor beynimden. Umursamaz bir kadın, topuklu ayakkabılarıyla en sert adımlarını atıyor evimin koridorlarında.Tuvalete gitmektense, kaybolmayı tercih ederim bu saatte ...
Yalnız bir kadın kitap okuyor uzak diyarlarda, bütün kelimeleri duyabiliyorum. Kelimelerden çok, sigarasını içme şekli rahatsız ediyor kulaklarımı.

Bir şeye inat eder gibi hayat, herşeyi üzerine alınıyor.

Kahvaltımda seni yemek istiyorum bu sabah, taze sıkılmış ergenliğimle. Siyah ojelerini ekmeğime sürüp, aseton içmek istiyorum ilk defa. Her yalnız uyandığım da birini daha kaybediyorum hayatımdan. Ellerim birbirine dokunuyor en fazla, halden anlarmış gibi ve ben bütün şımarıklığımla sırıtıyorum aynaya...

Elinde sigarasıyla Nick Cave'i görüyor mutsuzluktan çıldırmış gözlerim. Bunny'den bahsediyor ve intihar eden karısından. Otel odasındaki fahişelerin, kendilerini en iyi hissettiği yerin, başka bir otel odası olduğunu fısıldıyor kulağıma. Hep bir umut varmış gibi.  Zar zor çalışan ''buck'' marka arabasıyla Chiniaski'yi ezme isteğinden. O'na yapabileceğim en şeyi yapıp bunun için bir silindir bulması gerektiğini söylüyorum.

Elinden uçan balonunu kaçırıyor bir çocuk, aptal bir adamsa balonu yakalamaya çalışırken annesini öldürüyor.
Çocuk ağlarken uzaklaşıyorum ordan neden ağladığından emin olamadığım için.
Gökyüzünde bir balon güzel görünüyor herşeye rağmen.
Bense patlıyacağı anı merak ediyorum en çok!

25 Şubat 2010 Perşembe

Ellerimde karıncalar besliyorum.


21 yaşındayım. Ellerimde karıncalar besliyorum.
19'umda tırnaklarımı çektirdim. Onlarla bir yere gelmek istemiyorum.
En büyük yalanımı henüz söylemedim.
Okul hayatım boyunca hep boş kağıt verdim.
Sadece ilkokul da yadırgandım.

Hep süt içtim, sütü severim.
Hatta gerekirse kek bile yerim.

Kazın ayağı öyle değil dediler. Yerinde inceledim.
Öyle.

Hem fikirdiler, hem değil.

21 yaşındayım. gözlerime sürme çekiyorum.
Sadece sevdiğim kadınları dinlerim.
Ama hiç kadın sevmedim.

Bana umursamaz dediler.
Umursamadım.
Ama onlar söylediler.

Bir köpeğim vardı. Jacob'du adı.
Boynunda tasması ve hiç havlamadı.

Kirlenmek güzeldir dediler.
Kirlendim.
Bir türlü temizleyemediler.

Müzik dinledim. Müziği severim.
Şimdi olsa yine dinlerim.

21 yaşındayım.
Tırnaklarımda ojeler.
Çöplükte güzel göründüler.

Yağmurlu günleri severdim.
Ama bulutlar beni aralarında istemediler.

Sarhoş olmak için dünyaları verirdim.
Alkoldense hep nefret ettim.

Beklenmedik zamanlarda yaşadım en güzel anlarımı.
Penceresiz bi oda da geçirdim hayatımı.
Duvarlarım da posterler.
Hep bir şey söylediler.

21 yaşındayım.
Ellerimde kelepçeler.
Bütün söylediklerimi sindirdim.
Ama O'nu ben öldürmedim.


16 Şubat 2010 Salı

reboot kafalar!





seni izliyorum uzun zaman oldu, gölgem üstünde. kapıda duran ben değilim, kapıyı açma. sokağa karışıp biraz ölürsem kızma. kapıya gelmemi istersen, tüm gücünle bağır...

gözlerin ahh o robot gözlerin...

11 Şubat 2010 Perşembe

i dont wanna be your friend, i just wanna be your lover!


İlk gördüğümde seni; melekler iniyordu dünyaya, ellerinde kelepçeler, gözleri gökyüzünde.

Yıldızlar unutmuştu parlamayı ilk defa ve bir ayyaş kendi başına bağırıyordu, dünya da kalan son insan olmaktan ürken bir tavırla. Deniz olmayan adalarda gemi hayaletleri dolaşırdı gece geç saatlerde ve gemiye kadın almak uğursuzluktu, o yüzden yalandı bütün aşk gemileri.

Garip bir melodi tırmaladı yalnızlığını, farkedilmeyi bekleyen yeni yetme bir sorundu hayat.

Uğraşılması gereken başka bir dünya daha olmalıydı. Suyla calısan elma agacları dikebilirdi oraya ama yalnız oldugunu hatırladı sokagın köşesinde. Sokağın köşesinin ucunda, terkedilmiş uçurumlar vardı. Kimse geçmezdi bu saatlerde hayatından.
Herşey için geç olduğunu bilmek belkide O'nu ilk defa rahatlatabilirdi. Rahatlamalı mıydı? Butun sorunlar tam da o zaman egosuna göz kırpmaz mızydı? Göz kırpmaya duyarlı beyni O'nu yine alt edebilirdi.

Vazgeçti. Herseyden uzakta yemyeşil bir yere uzandı. Gözlerini kapatıp O'nu ilk gordugu yeri hayal etti.
Orası yoktu. O yuzden O'da olmamalıydı. Ayağa kalktı ve Güneş'in Ay'a küstüğü zamanları hatırlattı kendine.
Babaannesi öyle söylemişti. Küs oldukları için günleri paylaşmışlardı ve bunda yanlış hiçbirşey yoktu.

Ve bir şarkı geldi aklına, kimseden habersiz rüzgarın kulağına şarkıyı mırıldandı.

I am just a man still learning how to fall
*Blonde redhead - Falling Man

2 Şubat 2010 Salı

uzak dur cısssssss!


Etrafta kimse yoktu. Etrafım kadar boştu bütün yanlarım . Yine hiçbirşey gelmedi aklıma. Kimse dokunmadı yanağıma.
Kağıttan gemiler yapmak sadece depresif insanların işiydi. Penceresinden onları bocalamaksa annelerinin. Herkes hiçkimseden uzak kalamadı. Bazı günler sadece güneş doğardı, geri kalan zamanlarda başka hiçbir şey olmazdı. Gün oldu, güneşte sıkıldı. Güneş her sıkıldığında, bulutları kapattı yüzüne. Belki hıçkırdı, belki hıçkırmadı ama ağladı. Şemsiyeler farkında olmadan bu işe yaradı. Şeffaf olması hiçbirşeyi değiştirmedi.

Kolundan tuttu yalnızlığın, sarstı. En iyi arkadaşın kötü olmayı seçti. Sense biraz daha yaklaştın en uzaktaki yıldıza. Kimse seni yine anlayamadı ve bu sefer sorun bu değildi.

Bir ağacın altında kulaklığıyla müzik dinleyen insan, her ağacın elma ağacı olmadıgını farketti. Belki de ağaçlar geleceğinle oynayabilirdi. Bunu Newton'dan başkası bilemezdi. Saatlerce bi kavak ağacının altında oturuyor da olabilirdin ve hiçbiyere varamazdın.
Kendine daha iyi oyuncaklar bulmalıydın.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Suç ve Ceza



Radiohead'in bir kitabı olmalı.. Bunu Boris Vian yazmamışsa hala, Oscar Wilde yazmalı. Kimse hiç bir çocuğun elinden tutmamalı artık. Çocuk parkları normal canlılar gibi büyüdüğünü ve artık onların çocuksu tavırlarını cekmek zorunda olmadıgını söyleyebilmeli. Bir videotape, seni bir çınar ağacının altında beklediği için stickerlarından vazgeçebilmeli. Sevgilin, robotik ruh halinin verdiği rahatsızlığı, süt dolusu bir kavanozun içine, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi kusabilmeli. Kalbi delik bir insan her duyduğu kalp ritminde uzaklaşabilmeli sevgilisinden.

bir şey olmalı, hiç bir şey olmamalı...

17 Ocak 2010 Pazar

Karıncalar


Majör'ün kapısı kapanamazdı. Çünkü gözyaşları menteşeyi çürütmüştü.

Kendi el yazımla kitabın ilk sayfasın da yazan dahiyane bi cümle daha... Bazen ben bile gercekten kitap okuduğuma inanacağım nerdeyse....

Minik bulutlar, gökyüzüne minik bulutlar serpişmiş görünümü veriyordu ve bu da birşeydi.

Karıncalardan cok, sıkılgan küçük solucanlar heyecanlandırırdı beni, sonbahardaki bir yağmur sonrası. Sonrası ucsuz bucaksız bir deniz kenarında, kollarından kavradıgım sevgilimle gecirdiğim, sakin bir hayat.

Bir gece herkesten uzakta, astronatlar yağdı gökyüzünden, Uzay da unutulmuş yalnız insanlar, gerçekten yalnızdır dedi yere en son düşen. Gülmek ve şaşırmak arasında kaldığım o garip anın tadını cıkarıyordum denizin ortasında. Aklıma ilk gelen şey onlara sigara uzatmak oldu ve bu bile onları herşeyi unutturabilecek kadar kusursuzdu. Hatta bu bile bir şeydi....
http://www.howmanypeopleareinspacerightnow.com


Boris Vian iyidir. Dalga geçer seninle, ''Günlerin Köpüğü'nü'' hayran oldugun kadının elinde görürsün. ''Kırmızı Ot'' en sevdiğin arkadasının başucu kitabıdır. En yola gelmez arkadaşın bir ara mutlaka ''Mezarlarınıza Tüküreceğim'i'' okumuştur. Kendini en boktan hissettiğin zamanlarında birileri eline ''Ve bütün çirkinler öldürülecek'i'' tutuşturmuştur çoktan. Sevgilinden ayrıldıgın zaman önce ''Kızlar Farkına Varmıyor'u'' okursun, aptalca... Aslında okuman gereken ''Pornografi Üzerine'dir.''
Kendi filmini izlerken, sinema salonunda, kalpsiz kalbine yenilmek te en fazla O'na yakısır zaten.
Keşke 1946 yılına, bir barda elimiz de en ucuz sarap la birlikte girebilseydik.
-Nasıl girersek öyle geçermiş Boris. Hadi sarhoş olalım...

16 Ocak 2010 Cumartesi

Sinestezya



Doğduğumda karşımda kara suratlı bir adam vardı. Karanlık bir odaya doğmuştum. Hatırladığım tek şey kıçıma yediğim bir şaplaktı. Çok korkmuştum. Ağlamaya başladım. Sonra bir daha ağlamamak ve karanlıkta kalmamak için yaşadığım dünyayı rengârenk yapmaya soyundum. Meyvelerden en çok çileği sevdim. Gece lambamda göz kırpan yıldızlar vardı ve gezegenler birbiri etrafında dönerken odamı ışık huzmeleriyle doldururdu. Yaptığım ilk resim kafası pembe, gövdesi gökkuşağının yedi rengini barındıran ve kuyruğu mor olan bir dinozordu. Annemin muhallebisine böğürtlen reçeli dökerdim. Büyüdüm, botlarıma yağlı boyalardan papatyalar yaptım. İstanbul’da her akşam güneşi batırdım, gökyüzünü pembeye, saçımı turuncuya, odamı maviye boyadım. Her sevgilimin bir rengi vardı, her birine bir renk verdim. Renklendiremedim.

Sonra bir kitapçının raflarında dolaşırken, kitapların kapağı en renkli olanına takıldı gözlerim: Sinestezya. İlk defa duyduğum bu isim bana renkleri çağrıştırdı. Yanılmadım. Dünyayı rengârenk algılayanların ismi. Pazartesiyi sarı, pazarı mor, üçgeni yeşil, sonbaharı beyaz algılayanların hastalığı. Her harfin, her rakamın kulağa çarptığında renge dönüştüğü bir delilik mucizesi.

Sinesteziğimizin ismi Noel. En yakın arkadaşı Norval’la bir ikiz kadar birbirlerine benziyorlar. Norval çok daha çekici. Çünkü Noel biraz tombuldu, ta ki çocukluğunun takıntısı Bin Bir Gece Masalları’ndaki Samira’yla tanışıp ona aşık olana dek. Alzheimer’la boğuşan annesinin ismi Stella. Bir yazar olan Norval’ın yeni projesi ise isminin baş harflerine göre A’dan Z’ye kadar olan her kadınla yatmak ve bu sanatsal projesini tamamlayarak kadınlardan bir nevi intikam almak. Sorun da burada başlıyor. Norval “S” harfinde takıldı kaldı. Noel de ben de heyecanla bekliyoruz. Tek farkımız Noel’in sinestezik dünyasının rengârenk, benim ise tek çıkışımın tırnaklarıma kırmızı oje sürmek olması.
Evren Müberra

11 Ocak 2010 Pazartesi

kinyas ve kayra



Evi terkederken apar topar topladığım yazılarımı büyük bir arabanın bagajına tıkıştırdım. Olabildiği kadar dağınık. Aklıma yapabilecek daha iyi bir fikir gelmedi. Belki de annemi uykusunda yalnız bırakmak kötü bir fikirdi.

Kinyas'ı yüksek tavanlı bir apartmanın, merdiven kıvrımların da gördüm ilk defa. Elindeki kalemden kanlar damlıyordu . Birini öldürmenin en saf şeklini bulmuş bir gülümsemeyle. Einsten kadar dağınık saçları, gerçekten mutlu olup olmadığını görmemi engelleyecek kadar kendinden emin duruyordu. Arabamda bir koltuk daha olmalıydı, en azından onun yukarı cıkmasını engellemeliydim. Torpidomda boş bir silah ve likör vardı. Boş bir silahla onu kandıramayacağımı farketmem uzun sürmedi. Likör daha caydırıcı geldi. Zaten caydığında likör de en az silahım kadar boştu.

Çıktığımız yolculuk uzundu. Kirden birbirimize yapışacak kadar uzun. Ben Kayra'ydım en azından öyle olmalıydım. Daktilomuz vardı, kırık dökük. Yazmak için değil de, birilerinin kafasında parçalamak için varmış gibiydi. Eğer yanınızda Kinyas varsa bütün cisimler kullanılma amacından uzakta yaşamak zorundaydı. O yüzden hiç saat takmadım. Zamanı göremeyeceksem onunla başka neler yapabilirdim bilmiyordum. Kendiliğinden gelişen bir dil ve rahatsız eden tül perdeler.

Kahvaltımızı gecenin en karanlık zamanlarında yaptık. En mutlu zamanlarımızda yeryüzündeki bütün insanlar uyumayı tercih ederdi.

Zihin ölümü fikri benden çıkmadı. Ben Melis'e aşıktım O Anita'ya. Yollar en sevdiği şeyi yapıp ikiye ayrıldı. Doğum günümde Melis'in aldığı saat bütün hayatımı değiştirdi.

O 15 günde bir Anita'nın saclarını kesip, ona yemek yedirip, çatı katında kilitli kalıp, altının değiştirilmesini bekledi. Herşey planladığı gibiydi. Zihnini kullanmadan yaşamayı başardı. Bense Melis'le evlendim. Hangimizin daha mutlu olduguna kimse karar veremedi.

Dünyanın merkezine c4 koyma planlarımız bir sahil kenarında kendini kumlara gömdü. Uzakta bir velet ucurtma ucuruyordu. Kimse ona neden bu kadar mutlu olduğunu sormadıgı için o da hiç sorgulamadı.
Küba da salaş bir barda rakı içerken bulunan ben oldum. Kinyas'ı Anita'dan başka hiç kimse görmedi. Bir fahişe olarak başladığı hayatına, bütün varlığından özür dileyebilmek için bunu seçmişti muhtemelen.

Kitaptan bir alinti;
''Az yedim çok içtim. Hala içiyorum. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp, geleceği çiğnedim. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Kalan varsa, onları da amuda kalkar geçerim''

Yüzünüz güzelse, toplum, geçmişiniz ne olursa olsun harcanmanıza izin vermez.

Hissettiğim gibi yazdığım için H. Günday'dan af dilerim ....

kozmik haydutlar


Tanrı evren için zar atmaz
-alberteinstein

Tanrı evren için zar atmakla kalmaz, bazen de zarları görülemeyecek kadar uzağa atar.
-stephenhawking

Okuduğum en eğlenceli kitaplardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Bir uyuşturucu kaçakçısı gasp ettikleri eşyaları kurcalarken eline kuantum fiziği ile ilgili bilgiler içeren bir kitap geçer ve hayatını kuantumla anlatma çabasına girer. sonrasında bol kahkaha ve absürd olaylar peş peşe gelir.

Kuantum fiziği öyle kolay okunacak bir konu değil tabii ki ama kendinizi birkaç galon tekila, biraz patlayıcı ve bir ton snuff' tan sonra neil amstrong'la ayda pembe bir şezlongun altında güneşlenirken bile bulabilirsiniz. Gözlüklerinizin şeklinden bahsetmeyeceğim bile....

Kitabın asıl karakterleri arasında kendi iç dünyasına sıkı sıkıya bağlı ve sahibinden bile zeki high pocket isimli köpek de bu eğlencenin baş karakterlerinden. Çoğu olaylar da O'nun fikri alınmadan neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar.

Bazı zamanlar da ön konsolu sökülmüş (altimetre, basınç, yakıt göstergesinin bulunduğu yer) ve yerine çizgi film izleyebilmeleri için koydukları tv'yle daha az sıkıcı hale getirdikleri bir uçakla seyehat ediyorlar ve en fazla ağaç tepesi seviyesinde gidebiliyorlar...

El bombasıyla gemi tamirinden, bazukayla gergedan avına kadar bir sürü saçmalıklarla dolu kitabı okurken, 40 yıllık arkadaşınızın cümlelerini okuyormus gibi hissetmeniz de nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Zira 40 yıllık arkadasım da olmadı hiç.

Kozmik Haydutlar ''yaşamınızı değiştirin'' terapilerine dahi sokulan, son yılların en bulaşıcı dini olmaya aday ''kuantum fiziğini'' esrarkeşler ve banditolar aracılığıyla çok eğlenceli bir şekilde anlatabilmeyi başarmış. Kendine has bir usluba sahip olan ender kitaplardan. Okuyun siz de ''yeah'' diyeceksiniz.

8 Ocak 2010 Cuma

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı



Bazen yolculuk varmaktan iyidir diye başlar; ya da ben kitabın ilk sayfasına kendi el yazımla öyle yazmışım.

İyi bir kulaklık ve iyi bir motosikletle gidilemeyecek yer yoktur. Gözlüğüne yapışan sinekler için yapabileceğin tek şey onlardan özür dilemek olabilir. Bir milyon adımdan birini kötü atarsanız, ayağınız burkulur ve uygarlıktan ne kadar uzak olduğunuzu anlarsınız. Egosu için tırmanan bir dağcının koruyacak bir imajı varsa doğal olarak, bunu korumak için yalan söyleyecektir.

Yalnızca senin hoşlandığın şeyi yapmamayı öğrenirsen sistem seni sever.

Durduğun her yer sana kendini ödünç verir. Sen de bütün olgunluğunla kaskını çıkarabilirsin. Elinden tuttuğun küçük oğlunla uzun süre birlikte olmanın verdiği huzurla tek kelime konuşmadan haftalar geçirebilirsin. 22 yaşında bir kaç serseri tarafından bıçaklanarak öldürülmesi hiç bir şeyi açıklamaya yetmez. Motosikletinin gevşeyen vidalarını sıkma şeklin beyninin nasıl çalıştığını ele verir.
Bazen motosikletini tamir etmezsin sadece etmen gerektiğini bilirsin. Zen bunun neresinde?
Okuduktan sonra konuşcak çok daha fazla şeyimiz olabilir.


haa unutmadan ''gercek motosiklet kendimiz denen motoşiklettir''i benimser. Öyleymiş gibi yapmaz.

7 Ocak 2010 Perşembe

hayali yerler sözlüğü



Hepimiz hayal kurduk sanırım, hepimizin hayali yerleri oldu. Bu kitapta olup olmadıgından hala şüphe duydugumuz hatta haberimizin bile olmadığı yerlerin nasıl bir yer oldugunu okuyacaksınız. Neverland, b-612 astroidi, kaf dağı, yerdeniz, orta dünya, peri adası, oz, jurassic park, wonderland gibi yerlerin sakinleri ve sürdükleri hayat hakkında bilgiler ve haritaları bulacaksınız. Olup olmamasını sorgulamadan. Hatta Nedim Gürsel'e ait yazılmamış kitaplar mezarlığı'na bir ziyaret kimseyi rahatsız etmeyecektir.

Ve hemen hemen butun yazarların ; Edgar Allan Poe, Boris Vian, Michael Ende, Oscar Wilde, Tolkien, Ursula K.Leguin, Philip K. Dick, Victor Hugo gibi isimlerin yarattığı yerleri sokak sokak gezebileceksiniz. O halde hala neyi tartısıyoruz ki? Pusulamız bozuk, ekmek kırıntılarımız yenilmiş ve kötü kalpli korsanlar peşimizi bırakmıyor olabilirler.
2 ciltlik bu seri eger cantamızdaysa korkmamız gereken teksey karanlık gecen gecelerde yasadıgımız aclık sendromları olabilir. Böyle bir durum da bile puzzle parcalarından oluşturduğumuz aşcımız bize istediğimiz yemekleri yapacaktır. Tek yapmamız gereken lütfen demek olacaktır.
Öylesine çevirip karşıma çıkan ilk cümleyi paylaşmak sizin için yapabileceğim son şey olacak.

MILK : Pasifik okyanusunda, dövüşmekten, öldürmekten ve dieu diye adlandırdıkları insan kanını içmekten zevk alan lanetli halkın yaşadığı bir adadır. Milk geleneklerine göre, insan ne kadar cok öldürürse o kadar saygın olur.

Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu'nun çevirilerini de es geçmek istemem...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Andoridler elektrikli koyun düşler mi?



Gelmiş geçmiş en eğlenceli kitap isimleri arasında hatırı sayılır bir yeri vardır benim icin. Bilim kurgu cok sevmesem de okumak icin sabırsızlandığımı hatırlıyorum. Hatta yanlışlıkla Katar'da yaşayan bir arkadasıma vermiştim ve bir kac ay gerçekten geri gelip gelmeyeceğini merak etmiştim.

Kitabın asıl sorusu tabiki bu değil aslında ama eğer bu olsaydı ve biz bu soruyu Marvin ve Kücük Prens'e sormak icin röportaj ayarlasaydık (ayarlayın bunları kynk:v.ö)eminim uzun bir süre susturamazdık onları. En azından Marvin'in hergün mutlaka dediğini duyar gibiyim.
Kücük Prens'te muhtemelen ne tür bir koyun olduğunu, düşlediği yerde yılan olup olmadığını, tüylerinin kıvırcık mı yoksa düz mü oldugunu, isterse kuzuları da düşleyip düşleyemeyeceğini, en son da android'in ne oldugunu sorardı.

Bulabilir misiniz bilmiyorum ama bulamazsanız da kitaptan esinlenerek çekilmiş 1982 yapımı Blade Runner filmini izlemek hosunuza gidebilir. Kitap 1990 yılına kadar ki sürede yazılmıs en iyi bilim kurgu kitabı olarak gösterilir. 1990 dan sonra ne oldu bilmiyorum. Uyuyakalmısım ve en azından çitten atlayan elektrikli koyun düşlediğimi hatırlıyorum.