the truth is out there!

23 Ocak 2010 Cumartesi

Suç ve Ceza



Radiohead'in bir kitabı olmalı.. Bunu Boris Vian yazmamışsa hala, Oscar Wilde yazmalı. Kimse hiç bir çocuğun elinden tutmamalı artık. Çocuk parkları normal canlılar gibi büyüdüğünü ve artık onların çocuksu tavırlarını cekmek zorunda olmadıgını söyleyebilmeli. Bir videotape, seni bir çınar ağacının altında beklediği için stickerlarından vazgeçebilmeli. Sevgilin, robotik ruh halinin verdiği rahatsızlığı, süt dolusu bir kavanozun içine, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi kusabilmeli. Kalbi delik bir insan her duyduğu kalp ritminde uzaklaşabilmeli sevgilisinden.

bir şey olmalı, hiç bir şey olmamalı...

17 Ocak 2010 Pazar

Karıncalar


Majör'ün kapısı kapanamazdı. Çünkü gözyaşları menteşeyi çürütmüştü.

Kendi el yazımla kitabın ilk sayfasın da yazan dahiyane bi cümle daha... Bazen ben bile gercekten kitap okuduğuma inanacağım nerdeyse....

Minik bulutlar, gökyüzüne minik bulutlar serpişmiş görünümü veriyordu ve bu da birşeydi.

Karıncalardan cok, sıkılgan küçük solucanlar heyecanlandırırdı beni, sonbahardaki bir yağmur sonrası. Sonrası ucsuz bucaksız bir deniz kenarında, kollarından kavradıgım sevgilimle gecirdiğim, sakin bir hayat.

Bir gece herkesten uzakta, astronatlar yağdı gökyüzünden, Uzay da unutulmuş yalnız insanlar, gerçekten yalnızdır dedi yere en son düşen. Gülmek ve şaşırmak arasında kaldığım o garip anın tadını cıkarıyordum denizin ortasında. Aklıma ilk gelen şey onlara sigara uzatmak oldu ve bu bile onları herşeyi unutturabilecek kadar kusursuzdu. Hatta bu bile bir şeydi....
http://www.howmanypeopleareinspacerightnow.com


Boris Vian iyidir. Dalga geçer seninle, ''Günlerin Köpüğü'nü'' hayran oldugun kadının elinde görürsün. ''Kırmızı Ot'' en sevdiğin arkadasının başucu kitabıdır. En yola gelmez arkadaşın bir ara mutlaka ''Mezarlarınıza Tüküreceğim'i'' okumuştur. Kendini en boktan hissettiğin zamanlarında birileri eline ''Ve bütün çirkinler öldürülecek'i'' tutuşturmuştur çoktan. Sevgilinden ayrıldıgın zaman önce ''Kızlar Farkına Varmıyor'u'' okursun, aptalca... Aslında okuman gereken ''Pornografi Üzerine'dir.''
Kendi filmini izlerken, sinema salonunda, kalpsiz kalbine yenilmek te en fazla O'na yakısır zaten.
Keşke 1946 yılına, bir barda elimiz de en ucuz sarap la birlikte girebilseydik.
-Nasıl girersek öyle geçermiş Boris. Hadi sarhoş olalım...

16 Ocak 2010 Cumartesi

Sinestezya



Doğduğumda karşımda kara suratlı bir adam vardı. Karanlık bir odaya doğmuştum. Hatırladığım tek şey kıçıma yediğim bir şaplaktı. Çok korkmuştum. Ağlamaya başladım. Sonra bir daha ağlamamak ve karanlıkta kalmamak için yaşadığım dünyayı rengârenk yapmaya soyundum. Meyvelerden en çok çileği sevdim. Gece lambamda göz kırpan yıldızlar vardı ve gezegenler birbiri etrafında dönerken odamı ışık huzmeleriyle doldururdu. Yaptığım ilk resim kafası pembe, gövdesi gökkuşağının yedi rengini barındıran ve kuyruğu mor olan bir dinozordu. Annemin muhallebisine böğürtlen reçeli dökerdim. Büyüdüm, botlarıma yağlı boyalardan papatyalar yaptım. İstanbul’da her akşam güneşi batırdım, gökyüzünü pembeye, saçımı turuncuya, odamı maviye boyadım. Her sevgilimin bir rengi vardı, her birine bir renk verdim. Renklendiremedim.

Sonra bir kitapçının raflarında dolaşırken, kitapların kapağı en renkli olanına takıldı gözlerim: Sinestezya. İlk defa duyduğum bu isim bana renkleri çağrıştırdı. Yanılmadım. Dünyayı rengârenk algılayanların ismi. Pazartesiyi sarı, pazarı mor, üçgeni yeşil, sonbaharı beyaz algılayanların hastalığı. Her harfin, her rakamın kulağa çarptığında renge dönüştüğü bir delilik mucizesi.

Sinesteziğimizin ismi Noel. En yakın arkadaşı Norval’la bir ikiz kadar birbirlerine benziyorlar. Norval çok daha çekici. Çünkü Noel biraz tombuldu, ta ki çocukluğunun takıntısı Bin Bir Gece Masalları’ndaki Samira’yla tanışıp ona aşık olana dek. Alzheimer’la boğuşan annesinin ismi Stella. Bir yazar olan Norval’ın yeni projesi ise isminin baş harflerine göre A’dan Z’ye kadar olan her kadınla yatmak ve bu sanatsal projesini tamamlayarak kadınlardan bir nevi intikam almak. Sorun da burada başlıyor. Norval “S” harfinde takıldı kaldı. Noel de ben de heyecanla bekliyoruz. Tek farkımız Noel’in sinestezik dünyasının rengârenk, benim ise tek çıkışımın tırnaklarıma kırmızı oje sürmek olması.
Evren Müberra

11 Ocak 2010 Pazartesi

kinyas ve kayra



Evi terkederken apar topar topladığım yazılarımı büyük bir arabanın bagajına tıkıştırdım. Olabildiği kadar dağınık. Aklıma yapabilecek daha iyi bir fikir gelmedi. Belki de annemi uykusunda yalnız bırakmak kötü bir fikirdi.

Kinyas'ı yüksek tavanlı bir apartmanın, merdiven kıvrımların da gördüm ilk defa. Elindeki kalemden kanlar damlıyordu . Birini öldürmenin en saf şeklini bulmuş bir gülümsemeyle. Einsten kadar dağınık saçları, gerçekten mutlu olup olmadığını görmemi engelleyecek kadar kendinden emin duruyordu. Arabamda bir koltuk daha olmalıydı, en azından onun yukarı cıkmasını engellemeliydim. Torpidomda boş bir silah ve likör vardı. Boş bir silahla onu kandıramayacağımı farketmem uzun sürmedi. Likör daha caydırıcı geldi. Zaten caydığında likör de en az silahım kadar boştu.

Çıktığımız yolculuk uzundu. Kirden birbirimize yapışacak kadar uzun. Ben Kayra'ydım en azından öyle olmalıydım. Daktilomuz vardı, kırık dökük. Yazmak için değil de, birilerinin kafasında parçalamak için varmış gibiydi. Eğer yanınızda Kinyas varsa bütün cisimler kullanılma amacından uzakta yaşamak zorundaydı. O yüzden hiç saat takmadım. Zamanı göremeyeceksem onunla başka neler yapabilirdim bilmiyordum. Kendiliğinden gelişen bir dil ve rahatsız eden tül perdeler.

Kahvaltımızı gecenin en karanlık zamanlarında yaptık. En mutlu zamanlarımızda yeryüzündeki bütün insanlar uyumayı tercih ederdi.

Zihin ölümü fikri benden çıkmadı. Ben Melis'e aşıktım O Anita'ya. Yollar en sevdiği şeyi yapıp ikiye ayrıldı. Doğum günümde Melis'in aldığı saat bütün hayatımı değiştirdi.

O 15 günde bir Anita'nın saclarını kesip, ona yemek yedirip, çatı katında kilitli kalıp, altının değiştirilmesini bekledi. Herşey planladığı gibiydi. Zihnini kullanmadan yaşamayı başardı. Bense Melis'le evlendim. Hangimizin daha mutlu olduguna kimse karar veremedi.

Dünyanın merkezine c4 koyma planlarımız bir sahil kenarında kendini kumlara gömdü. Uzakta bir velet ucurtma ucuruyordu. Kimse ona neden bu kadar mutlu olduğunu sormadıgı için o da hiç sorgulamadı.
Küba da salaş bir barda rakı içerken bulunan ben oldum. Kinyas'ı Anita'dan başka hiç kimse görmedi. Bir fahişe olarak başladığı hayatına, bütün varlığından özür dileyebilmek için bunu seçmişti muhtemelen.

Kitaptan bir alinti;
''Az yedim çok içtim. Hala içiyorum. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp, geleceği çiğnedim. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Kalan varsa, onları da amuda kalkar geçerim''

Yüzünüz güzelse, toplum, geçmişiniz ne olursa olsun harcanmanıza izin vermez.

Hissettiğim gibi yazdığım için H. Günday'dan af dilerim ....

kozmik haydutlar


Tanrı evren için zar atmaz
-alberteinstein

Tanrı evren için zar atmakla kalmaz, bazen de zarları görülemeyecek kadar uzağa atar.
-stephenhawking

Okuduğum en eğlenceli kitaplardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Bir uyuşturucu kaçakçısı gasp ettikleri eşyaları kurcalarken eline kuantum fiziği ile ilgili bilgiler içeren bir kitap geçer ve hayatını kuantumla anlatma çabasına girer. sonrasında bol kahkaha ve absürd olaylar peş peşe gelir.

Kuantum fiziği öyle kolay okunacak bir konu değil tabii ki ama kendinizi birkaç galon tekila, biraz patlayıcı ve bir ton snuff' tan sonra neil amstrong'la ayda pembe bir şezlongun altında güneşlenirken bile bulabilirsiniz. Gözlüklerinizin şeklinden bahsetmeyeceğim bile....

Kitabın asıl karakterleri arasında kendi iç dünyasına sıkı sıkıya bağlı ve sahibinden bile zeki high pocket isimli köpek de bu eğlencenin baş karakterlerinden. Çoğu olaylar da O'nun fikri alınmadan neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar.

Bazı zamanlar da ön konsolu sökülmüş (altimetre, basınç, yakıt göstergesinin bulunduğu yer) ve yerine çizgi film izleyebilmeleri için koydukları tv'yle daha az sıkıcı hale getirdikleri bir uçakla seyehat ediyorlar ve en fazla ağaç tepesi seviyesinde gidebiliyorlar...

El bombasıyla gemi tamirinden, bazukayla gergedan avına kadar bir sürü saçmalıklarla dolu kitabı okurken, 40 yıllık arkadaşınızın cümlelerini okuyormus gibi hissetmeniz de nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Zira 40 yıllık arkadasım da olmadı hiç.

Kozmik Haydutlar ''yaşamınızı değiştirin'' terapilerine dahi sokulan, son yılların en bulaşıcı dini olmaya aday ''kuantum fiziğini'' esrarkeşler ve banditolar aracılığıyla çok eğlenceli bir şekilde anlatabilmeyi başarmış. Kendine has bir usluba sahip olan ender kitaplardan. Okuyun siz de ''yeah'' diyeceksiniz.

8 Ocak 2010 Cuma

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı



Bazen yolculuk varmaktan iyidir diye başlar; ya da ben kitabın ilk sayfasına kendi el yazımla öyle yazmışım.

İyi bir kulaklık ve iyi bir motosikletle gidilemeyecek yer yoktur. Gözlüğüne yapışan sinekler için yapabileceğin tek şey onlardan özür dilemek olabilir. Bir milyon adımdan birini kötü atarsanız, ayağınız burkulur ve uygarlıktan ne kadar uzak olduğunuzu anlarsınız. Egosu için tırmanan bir dağcının koruyacak bir imajı varsa doğal olarak, bunu korumak için yalan söyleyecektir.

Yalnızca senin hoşlandığın şeyi yapmamayı öğrenirsen sistem seni sever.

Durduğun her yer sana kendini ödünç verir. Sen de bütün olgunluğunla kaskını çıkarabilirsin. Elinden tuttuğun küçük oğlunla uzun süre birlikte olmanın verdiği huzurla tek kelime konuşmadan haftalar geçirebilirsin. 22 yaşında bir kaç serseri tarafından bıçaklanarak öldürülmesi hiç bir şeyi açıklamaya yetmez. Motosikletinin gevşeyen vidalarını sıkma şeklin beyninin nasıl çalıştığını ele verir.
Bazen motosikletini tamir etmezsin sadece etmen gerektiğini bilirsin. Zen bunun neresinde?
Okuduktan sonra konuşcak çok daha fazla şeyimiz olabilir.


haa unutmadan ''gercek motosiklet kendimiz denen motoşiklettir''i benimser. Öyleymiş gibi yapmaz.

7 Ocak 2010 Perşembe

hayali yerler sözlüğü



Hepimiz hayal kurduk sanırım, hepimizin hayali yerleri oldu. Bu kitapta olup olmadıgından hala şüphe duydugumuz hatta haberimizin bile olmadığı yerlerin nasıl bir yer oldugunu okuyacaksınız. Neverland, b-612 astroidi, kaf dağı, yerdeniz, orta dünya, peri adası, oz, jurassic park, wonderland gibi yerlerin sakinleri ve sürdükleri hayat hakkında bilgiler ve haritaları bulacaksınız. Olup olmamasını sorgulamadan. Hatta Nedim Gürsel'e ait yazılmamış kitaplar mezarlığı'na bir ziyaret kimseyi rahatsız etmeyecektir.

Ve hemen hemen butun yazarların ; Edgar Allan Poe, Boris Vian, Michael Ende, Oscar Wilde, Tolkien, Ursula K.Leguin, Philip K. Dick, Victor Hugo gibi isimlerin yarattığı yerleri sokak sokak gezebileceksiniz. O halde hala neyi tartısıyoruz ki? Pusulamız bozuk, ekmek kırıntılarımız yenilmiş ve kötü kalpli korsanlar peşimizi bırakmıyor olabilirler.
2 ciltlik bu seri eger cantamızdaysa korkmamız gereken teksey karanlık gecen gecelerde yasadıgımız aclık sendromları olabilir. Böyle bir durum da bile puzzle parcalarından oluşturduğumuz aşcımız bize istediğimiz yemekleri yapacaktır. Tek yapmamız gereken lütfen demek olacaktır.
Öylesine çevirip karşıma çıkan ilk cümleyi paylaşmak sizin için yapabileceğim son şey olacak.

MILK : Pasifik okyanusunda, dövüşmekten, öldürmekten ve dieu diye adlandırdıkları insan kanını içmekten zevk alan lanetli halkın yaşadığı bir adadır. Milk geleneklerine göre, insan ne kadar cok öldürürse o kadar saygın olur.

Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu'nun çevirilerini de es geçmek istemem...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Andoridler elektrikli koyun düşler mi?



Gelmiş geçmiş en eğlenceli kitap isimleri arasında hatırı sayılır bir yeri vardır benim icin. Bilim kurgu cok sevmesem de okumak icin sabırsızlandığımı hatırlıyorum. Hatta yanlışlıkla Katar'da yaşayan bir arkadasıma vermiştim ve bir kac ay gerçekten geri gelip gelmeyeceğini merak etmiştim.

Kitabın asıl sorusu tabiki bu değil aslında ama eğer bu olsaydı ve biz bu soruyu Marvin ve Kücük Prens'e sormak icin röportaj ayarlasaydık (ayarlayın bunları kynk:v.ö)eminim uzun bir süre susturamazdık onları. En azından Marvin'in hergün mutlaka dediğini duyar gibiyim.
Kücük Prens'te muhtemelen ne tür bir koyun olduğunu, düşlediği yerde yılan olup olmadığını, tüylerinin kıvırcık mı yoksa düz mü oldugunu, isterse kuzuları da düşleyip düşleyemeyeceğini, en son da android'in ne oldugunu sorardı.

Bulabilir misiniz bilmiyorum ama bulamazsanız da kitaptan esinlenerek çekilmiş 1982 yapımı Blade Runner filmini izlemek hosunuza gidebilir. Kitap 1990 yılına kadar ki sürede yazılmıs en iyi bilim kurgu kitabı olarak gösterilir. 1990 dan sonra ne oldu bilmiyorum. Uyuyakalmısım ve en azından çitten atlayan elektrikli koyun düşlediğimi hatırlıyorum.

5 Ocak 2010 Salı

momo duman adamlara karşı



momo küçük yaslarda bir velet. zaman kavramını oyun saatleri ile düzenleyebilecek kadar küçük.
berberlerin konusmaktan işleri aksattığını düşünen duman adamlardan oluşan bir çağ.
duman adamlara göre; berber artık müşterileriyle sohbet etmeyecek, işini mümkün olduğunca çabuk bitirecek, her akşam vakit ayırdığı annesini huzur evine yatıracak (ekonomik açıdan gereksiz herşeyden vazgeçecek) ve sonuçta hayatında bilmem kaç yıl zaman kazanacak kendini tümüyle işine verecektir.
Hora usta var neyse ki. gercek ismi secundos minitos hora ve sadece yarım saat ilerisini görebilen ve kabugundaki mumla önünü aydınlatabilen bir kaplumbağa. duman adamlardan kurtulup insanları zaman saçmalığından kurtarabilecek tek kişi o ve yardıma ihtiyacı var.

Kitaptan bir alıntı.

Zaman Dede kırkılıklarla ilgilenirken Momo’da kocaman siyah kutununu olduğu odaya ulaşmaya çalışmış.Fakat önünü zaman böcekleri kesmiş.Sonra Momo yanındaki renkli topu çıkarıp ileri doğru fırlatmış.Top zaman böceklerinin ilgisini çekmiş ve zaman böcekleri topa doğru yönelmişler.Momo kapıdan içeri girdiğinde büyük küçük her boyutta siyah kutular görmüş ve şaşırmış.Yerlerde ise siyah kareler varmış.İçerisi fazla aydınlık değilmiş. Siyah kutuları açmaya çalışmış ama hepsi kilitliymiş. Hemen anahtarı aramaya başlamış.Yürürken yerdeki taşların biri oynamış.Momo yere eğilmiş ve taşı kaldırmış .Taşın altında saman varmış.Samanları karıştırmış içinde ise bir sürü anahtar varmış.Momo anahtarları görünce heyecanlanmış.Çünkü zamanı azmış.Zaman Dede kırkılıklar Momo’yu fark etmesin diye kırkılıkların dikkatini üstüne doğru çekmeye çalışmış. Momo anahtarları teker teker denemiş.Fakat hepsini açamamış.Sonunda bir kutunun içinden Tik Tak cüceleri çıkmış ve Momo’ya yardım etmişler.Momo Tik Tak Cücelerine ‘’neden buradasınız’’ diye sormuş.Tik Tak Cüceleri ise Momo’ya ‘’Kırkkılıklarla ilgili her şeyi biliyoruz.Bu yüzden bizi esir aldılar’’ demiş.Bütün kutuları açmışlar ve canlı zamanları serbest bırakmışlar.Böylece kırkılıklar teker teker yok olmuş.Yanlarındaki zaman böcekleri de yok olmuş. Çünkü zaman böcekleri canlı zamanlarla besleniyorlarmış . Bunlardan sonra Zaman Dede ile Momo kentlerine dönmüşler.Tabi yalnız dönmemişler.Yanlarında cüceleri de götürmüşler. Gittikleri kentte duman kokuları etraftan kalkıp, yerine tertemiz çiçek kokuları gelmişti.İnsanlar artık gülerek, birbirlerine ‘’Günaydın’’ diyorlarmış.Artık zaman insanlar için önemli olmuş, değerlenmişti.İnsanlar zamanı boşa harcamaz olmuşlardı.Momo tekrar kentinde çocuklarla oynayıp , gençlerle derleşiyormuş. Arkadaşları ise Lila , Nogra ve tik tak cüceleriymiş.Momo daha sık gelip gidermiş Zaman Dedeye.Zaman Dede ise aletlerden esinlenip icat yapmaya meraklı olmuş.Arada sırada Momo zaman dedeye giderken yanında Tik Tak Cücelerini de götürüyormuş.Tik Tak Cüceleri ise gittiklerinde Zaman Dede’ye yardım ediyorlarmış.Momo’nun hayatı da böyle sürüpgitmiş…